9 Mart 2018 Cuma

Kaf Kef Satıcısı

Müslüman mahallesinde salyangoz satan dayıların yan sanayi ürünü olan Kaf kef satıcısı ben, padişahın kamışından damlayan limonata damlasından o gün de nemalanamamıştım. 

Dostluk ulumaları arasında dolanırken attığım kahkahalar biraz uzaktaki evin camından meğer duyuluyormuş... 
Tam o esnada çatlamıştı kalemimin damarı ve kalbimin merhamet okkası... halbuki kantarın hesabı esas olandı..
Bunlar olurken tam o esnada bir kamyondan Kol kola inen tomruklar yolları çizik çizik bırakmıştı, paralel evreninde ise takalar deniz suyunu içmeyi çoktan unutmuştu. Çünkü kubbeli metallerden çıkamayan adamlar ve kadınlar 121. Kattan ekmek siparişi veriyordu. Yetmeyen ipin ucuna koyulamayan sepetlerin içinde ise yığınla koparılan apoletler vardı. 

Süpürülen şaftımın kayan suretiyle süslenen katran karası yazma genç bir küstağın beynini örtüyordu. 
Kağıt mezarlığı bu yüzyılın rekoruydu ve bir tane eğer ben de koyarsam ağaçların canına okunurdu.

Kararan gölgem saatlerin geçtiğini sana değil bana değil sabra anlatırken ben tüm alfabeyi satmış eve yollanmıştım.
Parmaklarım anneme veremediğim hesabın kokmuşluğu ile içinden yine annemle hesaplaşıyor “ben sadece kalem tutamam bunu benden isteme” diyordu.

Çare, sabır ve dua olalıdan beri herkesin toprakla işi bitmiş gökle davası başlamıştı.
Nihayetinde Senden uzak sana yakın meselesi olmuştu artık insanoğlunun mayası. Teptiğim yollarsa sadece teoriğin bedeli olarak kalıp pratiğin sevabını hiç alamamıştı. 


Toprağa gömülemeyen öfkenin inadına gelenek fışkırıyor ve eller kollar her birinin tutturduğu davaya koyun olmak zorunda kalıyordu. Utanıyordum artık çıplaklık neydi ki... lal olan dilleri mimlerle açıp içine elifi doldurup dağlıyorlardı. Gözler değil artık dillerdi dağlanan... oysa benim söylemek istediğim tek bir şey vardı:          
“ üstad biz çiçek yetiştiriyoruz ağzımızla”