20 Eylül 2016 Salı

Zemin Kat (Sevgiliden Çalıntı Bir Evde)

mehtabı geçince dördüncü sokağın sonundaki evin zemin katında yaşıyorum....

hava hiç olmayacak bir yerde bölünür, benim evimin odalarında.

sorma... benim misss kokulu anılarım olmadı öyle hiç... ama yine de katlayıp kuğu yapmaktan geri durmadım. ben sadece çok aşıktım o sevmedi. klişe bir hikâye anlayacağın...

fırtına kopmadan süpürülenlerdeniz biz...

söylenmiş sözler gibi unutulduk... az ötede havlayan o uyuz köpek var ya; yaraya yara diyemeyen yaracık diyebilen korkakların elinde perişan oldu. aklından geçenleri tutamayıp sabun kayganlığında mermere bırakan kaypak defter kapaklarında yırtıldı tüm gelmiş geçmiş, soy sop, akraba, akbaba...

inceden bir kadın sesinin beyne beyne vurması gibi zincirledi beni o kahvehaneye. ne ben yorgun ne de o çok yorgun. sadece içtik ben sarhoş oldum. o beni avuttu.

ben hep  leyla da onlar hiç kere mecnun!

aklım hep sonradan sorular sormaya başladı, hep sonradan.

maviology adlı albüme inandılar da turuncu saçların solduğunu söylediğimde inandıramadım kaldırım taşlarını bile. bir tek Üstad anlar o da küçümser...

"bana güvenmeyin lan" diye bağırsam aşağı mahalleden, yukarı mahalle kulak asmadan çamaşır asar iplere... beyazlar, iç kısma! mahrem ayyuka çıkmışken hâlâ gizli olan elbiseleri. ah mualla abla sen nostaljide kaldın, şimdilerde yerinde aysel'ler gezmekte...

tükenmedim damıtıldım... boyundan kırpılmadı o saçlarımın kendi özgüllüğü.

her cevap günahsa ben bir isyan.... yaradanın gizlendiği bulutların maviliği Homeros'un destanında bir kere bile yer almamış. gökkuşağı ya sadece siyah ve beyaz arasındaki boşluğun resmiyse?

hadi gülümse... çağımızın hastalığı... malum sunum çağı... her şey caka...

olan oldu ne olur? - hep oturup beklenir...

inceden bir şarkı başladı şimdi evimin duvarlarında hava yine bölündü, gök, hafiften karardı, mor menekşe rengini aldı... ben aslında buraya hiç gelmedim. hep tünelin içinde oturup seni bekledim. belki de hep zaman yanlıştır diyerek oturup bekledim.

sense öylesine beklemişsin tren gelmeyen bir garda.

kimse istemezdi böyle olsun...

12 Eylül 2016 Pazartesi

İçeriksiz Başlık ile Yarımca

Yazıya olan boyun borcumun hesap kesim tarihi dün gün batımında gömüldü, yazarkasa güldürmedi öldürdü...
Hesap verilme yazında insanoğlu çokça ölümle sınandı... Kayıplar hafıza kaybedecek kadar kazındı deriye...

Gül yüzlü, inceden ayarların fermuarını çekti bolca konuşan kadın ağzına... Kadın bu kez susup çokça utandı...

Galata'dan uçan güvercinler sokağın kandillerine konarak zat-ı kanatlarının uçmaklığını feda etmekle iştigal haldeyken emekliler çalışmaya revan oldu. O esnada fonda acılı bir kemane sesi avuç içlerini yırttı... Ve edilen bir temenniye akşam kehanetlerinde meczubun teki "amin el fatiha" diye dua etti.

Bize bu kadarı yetiyor muydu? -Mevlid okutsak?!

Buralarda iyice esnaf kafasına girdik. Kuru pilavla yetinmeye az kala öyle bakmayın her şey yıkılır.

Şalvarlı ergen banketlerdeki çiçeklerle sevgili avutma viraneliğinde geçmişe yanmaya derviş gibi hazırlanmakta...

İntihar eden yazar her satırında hâlâ ölümü küçümsemekte... Ölümse abdal sabrıyla durmaklıkta... Ve elleri her daim soğuk...

Ayyyy diye bağırsa kurbanlık arayan babanın bağır deliği tütmekte. Ve kaldırım kadını saç diplerini kaşımakta.

İçim umutla, dilim yasla yaşamakta...

Haksızlık sarı çizmeleri çekip sigara izmaritlerini toplarken geleceğin kavurucu kaygısına mide bulantısı çekmekte... Gidip de müptela olma derdinde...

Anlatılan bir kadın ikice erkek, biraz baba derdi, biraz evlât ezmesi... Nihayet bol acılı kuru ve az pilav...