12 Ekim 2015 Pazartesi

Yeşil hırkalı Sarı Şapkalı Susamlar

Donu düşük çocukların mahallesini hiç görmesem de o şehirde, Kızılay'ın arka sokaklarını gördüm...
Bir yağmur sonrası yırtık bir fotoğrafın zihinde tamamlanan kısmı gibi hayali görüntülerle yürüdü o şehir hep ardımdan... Geçmişin hesap pusulasının toplamında çıkan ise geçmişin katmerli karekökünden başkası olmadı...
Adımlarım deliliğin çınlaması gibi hep boş bakar oldu geçmişe. Geçmişe meftunuz; çünkü orada arayıp da bulamadığımız zaman yitimi vardır...
Geçmiş zamanın kadınlığı, gelip geçen zaman erilliğine hep boyun eğse de koparılmak istenen sigaranın zararlarına sığınamayacağım bu akşam. Dumanlı hava sahası ihtiyacımsa dumanı içime kadar çekmem en doğaüstü hakkım. Zaptım. Kaydım.

Yer değiştiren gölgelerin yansıması rüyalarımda... "Kuyuya bakarsan kuyu da sana bakar" sözlerini şimdi bir peçeteye yazsam da kafamdan silemem...
Erken ölümlerin ardından hep kendi içime dönerken, borçlarıma yetmeyen realitem gölgesiz uçurumum olur...
Olsun demek de zor artık... Buradan bakınca dünyanın dibini görmek, yosunlarını yemekle eş değer midir bilemem! Sokağın güler yüzlü insanları kitaba sığındığım anları kalabalıklaştırmaya çalışsa da sensiz yarım olduğumu bilirim... Satırları okurken dipnotlarda sen olmamalısın! Dönüp bakmam gerek o anlarda dünyaya - aşağılara - ...

Yalnız kaldık... Yolun sonunda olduğumu bilsem de yine savunmasız bir piyade eriyim. Savaşta ilk ölenlerden hani...
Mavi panjurlu pencerelerim olmadı benim hiçbir zaman, ama camlarından şehri izleyebildiğim bir çatı katım oldu... Hayallerim, gerçeklerimin adım öncüsü iken, bedenim ruhumun azabı olmaktan kurtulamadı, kirletilmiş zaman bölünmüşlüğünde... (Beni seversin - değil mi? - beni sevmelisin ki ben unutmam bunu.)
Ezan sesine karışan musiki kirli değil, aktır! Nietzsche ağladığında Tanpınar'ın kahkaha attığı zamanlar olduğu gibi dokunduğum en sıcak ekim akşamı da sen olmuş olabilirsin...

Aradığım bulunmayan - yanlış - arayıp da bulduğum bir kadın varlığında hüküm sürerken kıvrak ruhumun yosunlu dalgaları beyazsız ve köpüksüzdür! 
Kızıl saçları sarılaştırırsan erkenden beyazlaşmış orta yaş belirtisini de taşırsın hırka ceplerinde... 

Asla dün olmayan yarın peşindeki avcı, av olmuşken yokluk ayna akislerindeki varlığa bürünmüştür çoktan... Denizin tuzlu suyunda eriyen nehrin tatlı suları bir çınar altındaki çay bahçesinde demlenebilir..

Benim yeniden okunmuş satırlara alınmam gerek desem, bilirim ki kınarsınız. Kınamak! Kına yakılan parmakların masumluğunun öldürücü darbesindeki sarı şala gizlenmiş kırmızı bir çiçektir... Ve bir kere yaşamak kaçarsa iliklere durdurulamaz heyelan başlamıştır parmaklarda.

Saaatler mi yeter sanırsın, sadece buna aldanırsın!

Şöyle ki pulbiberli kimyon değil, pulbiber ve kimyondur insansılık kimlik!
Ve şu da bir gerçektir ki; yaşanınca tükenir, bilirsiniz!

Şimdilerde gemiler salındı okyanuslara... Ve yüreğim gemilere yük, gemiler okyanuslara...
Ve artık üşüsem de ellerin var! Yüklü eller üşümeli, üşüyen eller yüklenilmeli...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder