bu yılın sokaklarına atılan satırların hatrına köşedeki sarı kedi susuyordu, giderken, akan suyun kirlettiği çiçekli bahçeye rağmen...
susan bağırıyor, ağlayan bağırıyor, gülen bağırıyor, konuşan zaten bağırıyordu.... bana biri bir şey sorsa, benim bağıracağım tek şey de "silik" olurdu.
müzikle, insanla, iyilikle, kötülükle dolan o yokuş, baştan başa bir hiçliğin silikliğindeydi.
bir sokak arasına kaçmış butik kafelerin çalması mecbur olduğu Fransız müzikleri bile insanların çamurlu ayak izlerini bilgilendiremiyordu.
mor dumanlar yükselen insanların kafası, lağım giderinin pis suyuna karışmıştı.
Sanki;
yokuşun tam ortasına kurulan FABRİKA bacasından çıkan siyah duman, her bir beyaz yakaya yapışıp "ÖLMEZLİĞİ Mİ BULDUN SANKİ?" diye haykırıyordu.
FENALIK ve İHSAN; insanoğlunun tek sınavıydı bu yokuşta!
bu yokuş... o yokuş... şu yokuş...
nedir bu yokuş?
bu yokuş sanki; ayağı kırılıp uçamayan bir güvercinin mecburen sığındığı katil bir adamın avcunun içiydi...
bu yokuş sanki; aforizmaların madamlaşmış haliydi.
ve bu yokuş sanki; sormadan binlerce adım atan kör bir satıcının sadece ve sadece üretmesi gibi tüm tersliklere gebe kalınan çeşme kurnasıydı.
burası hayatın paslı denklemiydi.
manidar bir uçmaklık isteğinin yalan olduğu, ışıkları söndürseler bile
gece yanmalarının göründüğü, zaten kırılmış bir kızın minimalist, neşeli
yanıydı.
ve burada hep eylül'ü gelmişti ömrün... !!!
https://www.youtube.com/watch?v=IsobGko-RXE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder