1 Şubat 2016 Pazartesi

Kafa Sargısı - Dumanlı Saha

GİRİŞ

Sözlerle ellerin eline düşmek, düşürmek böyledir diye başlar bu yazı...

Geçen sabahlardan birinde yine çay ocağından kahve alırken - karton bardağa - radyodaki ses "uşşak aşıkların makamıdır" dedi. Cümle öyle üzerine düşünülesi değildi belki ama ben çokça düşündüm.

Sonra geceleri ben radyo açmaya başladım. Şarkı falı bile yaptım. Açtığımda ilk çıkan şarkı tadına havale ettim gecenin tınısını.

Bekleyip de gelmeyenleri, beklemediğimde gelenleri içimin süzgecinden geçirdiğimde elimde kalanlarla yetinmediğimi, içimde kalanlarla mutlandığımı bildim.

Budanmış kadınların budanmış bileklerindeki çizgilerden okumayı öğrendim kayıp tutanaklarını. Yaşlı amcaların enselerindeki baklava deseninden deneyimlerinin yaşını okumayı öğrendiğim gibi...

Not: Sonra öğrenme ve daha da sonra sevme mertebesi yaşandı...

ÖĞRENME ve SEVME MESELESİNİN MERTEBELERİ

Şeytan çekici bakışlarda saklanırken kendi kendime sığınmayı öğrendim.

Not: Kadının öğrenemediği şeyler de vakiydi...

Öğrenemediklerim de vardı. Misal evimdeki baharatları baharatlıklardan kullanmayı değil de ağızları yarım açılmış ambalajlarından kullanmayı. Ben bir evin kadınının hamaratlığını öğrenemedim. Evimi baş köşede duran adamı ve kedisiyle sevmeyi bildim. Ezberlenmeyen şiirlerin kıvranmasında sevdim.

Alt dudağımın sağ tarafının seyirmesini hiçbir hayra yormadan yola devam etmesini öğrenerek ezberledim. Ve yeniden yola koyulmayı sevdim...

Çocuk gibi ağlayan sarhoşların mahzunluğunda masumluğun hesaplanmasını öğrendim. 

Kavanozda sakladığım küp şekerlerin kıtlanarak çaya yarenlik etmesini sevdim...

Sadece ve sadece resimlerin canlısına kavuştuğumda hep "tanıyordum" dedim. Her kavuşmak için ağzımı açtığımda gülümserken buldum ve matemin de böylesi demeyi öğrendim.

Çıkmaz sokaklarda biriken kara inat, çatılarda eriyen karların yaşandığı bir memlekette sevmeyi öğrendim ve severek öldüm!

Rüyalarımda hep vardın dediğimi yaşarken kaybettiğimde yaşayarak rüyalarıma taşıdığım adamı kaybettim!

Sonra... sonra mı karda uzun yürüdü bizle...

Ayraç niyetine yırttığım sayfaların belirtecini gelecek sayfaya bıraktığı gölgeliği çizmeyi öğrendim.

Siyahlı beyazlı kedimin her sabahın 5'inde beni uyandırışını sevdim...

Umutlu renklerin mutluluğunda bile taşıdıkları siyahı ayrı ve ayrı yorumlamayı öğrendim.

Bakkalın veresiye defterinde fazlaca üzerinden geçilen sayfaların parmak izli kirlerini ve uçlarının kıvrık olmasının sebebini hayattan çıkan acı bir dem olduğunu duydum ve sevdim...

Anı değil, gçmişi; geleceği değil, şimdiyi sevdim...

Nefeslik düşmanlarımı dünya merkezinden kaçarken öğrendim.

Ruhun dolu gelip boş gittiğini öğrenirken gezegenin yalnızı olarak kendimi ilan etmeyi sevdim...

Koyu kahve toprağa karışan suyun boy atan kokular saçtığını yaşamın orta kuyusunda öğrendim.

Saçlarından düştüklerimin bileklerine tutulu kalmayı sevdim...

Velhasılı kelâm kafamın dumanını, ellerimin çizgilerini, ayaklarımın çatlak topuklarını sevdim... Ve defterimin son sayfasının bana ait olmadığını öğrenerek özetledim:

Yaşadım.
Bildim.
Duydum.
Ezberledim.
Kaybettim.
Öldüm.
Ama;
Öğrendim ve
Sevdim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder