4 Kasım 2016 Cuma

Ansızdan -2-

Biraz konuşsa hâlbuki, yara kabuk bağlamaktan vazgeçecekti.
Yılların yalın ayak izinde bulunan hayatın takviminde vakit hızlı ilerlerdi. 

Uzun saçlarıyla değil dokunmak, iki kelâm edemiyordu. oysa, iki lafın beli kırılmadan ya da incitilmeden konuşsalar biraz vapur esintisi gibi rahatlatacaktı içindeki leylâk dallarını. "Benim biraz kalp ağrım var, gerisi dünya hâli" diyecekti belki de.

Kadın, zaman sorgulamasında görünenin kılınanla arasındaki farkın ince kaya köprüsünde dolanıyordu.

Adam, barınak diye başına sardığı çatıyı yağmur yağdığında inkâr ediyordu. Sözünü sesinden tanıyıp, bakışlarıyla akit imzaladığı cins-i mahlûkatı ne kadar yok sayabilecekti? Değirmenlere karşı kazanılan savaşın tarihte yeri de hükmü de yoktu.

Nesnelerin varlıklaşması güzeldi de varlıkların nesneleşmesi acıydı.

Adam, tartıp, biçip sorguların tepe lambasını tam söndürmüştü ki güzelliğin geçim kaygısı gütmediği kadınla o vakit, o yokuş başında karşılaşmıştı. 

Kadının ilk sözü "ne zaman?" olmuştu. Peki adamınki ne olacaktı? "Neden?" diye sorsa neden'le nasıl başlayacaktı? Sustu bir süre. Geceden beri bir şarkı nakaratı gibi diline dolanan Attila İlhan dizeleri:

"Bitirdiğimiz her şeye yeniden başladık
Dudağımızda birbirimizden mısralar" ı vardı elinde, dilinde, gözünde, zihninde...

Kurumsallaşmış bedeni, bu sarsıntıyı deprem misali karşılamıştı. Ne de olsa memuriyete en büyük eylemi bir ağaç seçip altında kitap okumaktı, daha büyük eymekliği yoktu vakitlerin kısırlığında. Bu bitiş sınırındaki ruhunu ancak şiirle temizleyebilirdi. Zehir oluk oluk akardı dizelerle. Gündeliğe fazlaca bulaşan mengene ucundaki ruh çatallaşarak delerdi, o zaman, günün saatlerini işte şiirlerle. Çünkü çekişen can sağ ve sol arasında bölünmez, sağlı ve sollu nefes alırdı, çünkü günleri asit içmiş rüya tadında geçerdi. Bu martavallara inanmış bedeni de zihni de kadını bir anda nasıl kanıksayabilirdi ki?

Kadında ise şiir; gece dersleri niteliğindeydi... Kadın, şiirler çınlayan bir çocukluk masalının soğukluğunu her daim taşıdığı ruhunun burkuntusunu derinlere iterek yaşardı. Her gün, yeşilin en bozuk tonlu, karanlık bir binaya girer ve günün en yaşanılası dakikalarını yaşamsız ve renksiz geçirirdi. Fanusun sırça duvarlarının buğusunu siler, damlalı camlar arasında akan vakti izlerdi. Bükümlü dillerini ekleyerek çoğaltmayı arzulardı.

O vakit, o yokuş başında bilmezlerde bilinmişli yaşama sırası, kader çarkında, kadındaydı...

Dudaklarının izin verdiği kadarıyla konuştu ve sadece: "Ne zaman?" diyebildi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder