9 Nisan 2015 Perşembe

kanattaki kabuk



yüreği sevişleri karşılayacak kadar engin olsa da ürkekti oysa… avuç içine sığan kuş kadar delici uçuculuğu, koyu kumral saçlarına sinmekten ziyade, beyaz ellere sinmiş de kalmıştı tırnak diplerinde… kemikli çarklarda öğüttüğü çocukluğu, kulaklarındaki altın küpeler kadar sarı, parlak olmadı… bakışlarındaki tumturaklı masumluk her zaman yutan bir ağız oldu…
örümcek ağı bozulmuştu bir kez ne anlatılabilirdi… anlatmadı, sustu… susabildiği kadar sustu… sessizliği taşıyacak kadar büyüttü ellerini, dillerini, dişlerini… kenet, kilitlendi… kanat, kırıldıysa da sağaldı… 
gecenin maviliği bakırın kadehteki yansımasına vurduğunda aramaya başladı dünyadaki mucizeyi…
kadındı… narin parmaklarından sızan dumanlar kadar incecikti, beyazın siyahlıktaki aksiydi…efsundu ve ölmemişti - şairler de yanılırdı. -
cehennemin yoldaşı yalnızlığı sırtlanıp revan olmuşken asfalta, cehennemin barışı ile gerçekleşti dirimi…
dimağı diriltti topraktaki küskünlüğü… kabuktan çıktı kaplumbağa… dünya döndü, sema büyüdü…
sırtındaki evi kadar kapalı kamlumbağa… sokaklar, öğütememişti yavaş adımlarını… akşamları sokak köşelerine sinen ve susan kaplumbağa… neler gördü geçirdi boğazın karşısındaki bankta… sayfaları örterken kabuğuna her daim üşürdü… eksikliğin kavramsallaştığı ağırlıkla aradı karalıktaki aydınlığı…  
ademdi… havvadan yoksun, kabullenilmeyen kavmin sessiz sözcüsü… içi tufan dışı sükûnetti… saç diplerine sinmiş tırtıklı deri yumuşacıktı… 
kaplumbağa kanatlı, kuş ev-li… gök mavi, renk kırmızı… bunlar rüya, bunlar aşk, bunlar hakikat… bunlar sıcak, mevsimler bahar, yollar açık, çatlaklar kapalı… 
tenler içildi, çöl vahalandı, karanlık beyazlandı…
ve kaplumbağa uçtu…

12 Ocak 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder