26 Mayıs 2015 Salı

Kakaolu Rüyâ

Birileri de hikâyesi olmayanların hikâyesini anlatsın. Bu gece ben çikolatadan iki oyuncağın hikâyesini anlatmak istiyorum. Belki bazılarınız bakınca onu da göremezler ya onları körebeye dahil etmiyorum. Evet biz burada toplandık körebe oynuyoruz. Gözlerimizi kapattık tüm sevmeleri, tüm güzellikleri, tüm gerçekleri yalanlarla, yanlışlarla, bahanelerle değiştirip görmeden körebecilik oynuyoruz, daha doğrusu etiği kör ettik, ebeyi de yok saymaya başladık; sadece kör'leşerek devam ediyoruz.

Neyse dert tasa bir yana diyelim ve çikolata dükkanının vitrinini süsleyen bu iki çikolatadan oyuncağın hikayesine geçelim:

Kırmızı elbisesini daha o gün ilk kez giymişti Isabel, siyah kuşak içindeki sıkıntıdan mütevellid değil, çok daha basit bir sebepten ötürü seçilmişti; kırmızı-siyah uyumu... Sahi kırmızı gibi tutkulu bir renk neden meftundur kara siyaha? (Soruyu duyunca gülmeden edemedim ve ey Zeberced böyle mesnedsiz soruları soracağına git aynada kendi adını sayıkla da azıcık daha gerçeğe bulan.)

Dante, annesinin yeni diktiği sarı-siyah çizgili gömleğini Isabel için giymişti. Sarı, en sevdiğiydi Isabel'in. Ve Dante, bundan cesaret almıyor değildi. Almasına alıyordu da söze nasıl başlamalıydı? İşte o tam bir muamma idi. "Biliyor musun, kakao bundan tam bin yıl önce yağmur ormanlarında maymunlar tarafından bulunmuş"diye çikolatanın tarihinden, insanlık tarihine geçiş yapmak istese vakitlerden vakit beğenmekti ki Isabel güneşte bu kadarına dayanamazdı. Dante, o gün paketlenip ağızları tatlandırmaya gitmeden önce çok az bir vakti olduğunun farkındaydı. Kısa da olsa varlığını yaşadığı Isabel'i hissetmek yetecekti. 

Geçenlerde dükkâna gelen Marquis de Sade adlı Fransız gezginin Juliette adlı yanındaki kıza bir çikolatanın aşk ve ölüm birleşmesinin sembolü olduğunu anlatırken ellerinin kızın narin ellerini kavramaktan hiç vazgeçmeyişini ve kızın da o dokunuşa karşılık tüm sihri gözlerindeki ışıltıyla yansıttığını temaşa etmişti. Bu Dante'nin izlediği en büyülü sihirdi. O an anlamıştı kelimelere sığmayan duyguların bir dokunuşla tufana dönüştüğünü. Ve o an kararını vermişti, Isabel'e sadece ellerini uzatacak ve ağzına bir tutam kendinden ikram edecekti. Böylece sihri sihirlenecek, aşk ve ölüm içlerinde filizlenecekti. 

Dante, gömleğinden bir parça Isabel'e; İsabel kuşağından bir tutam Dante'ye sundu, aşk aşklandı, son sonlandı.

Tadında bırakmak nâmına hikâyeyi uzatmak, kesip biçmek, oyup içselleştirmek artık size kalmış. Ben sadece hikâyesi olmayan bu iki çikolataya bir yazgı dikte ettim. Hikâye ve hikâyeler... Kaderin bile hikâyesi varken hem de...

Sahi siz benim hikâyemi biliyor musunuz? El-mecazü kantaratü'l hakikati bu. Satır araları satır... Sıra sıra... Yani diyorum ki arka beşli baştan beri dolu... Yalnız boş yerlerim oldukça yaralı...
Ellerim minik, gözlerim büyük... Kaygılar uzak, evim şenlikli ve kedili...

"Anlatsam roman olur" martavalına sığınmayan bir masal derdim. Özgüllüğü, özgünlüğü ve özgürlüğü oynanmayan ayarlarda, hep sorduğun sıkıntısız günlerde... (Sıkıntım yok, sensizliğim var. Razıyım çay demliğine...)

Sahi sakalların esmeri annen nasıl (bu soluklanmamdır) ?     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder