29 Mayıs 2015 Cuma

Aracı İki... Mesafesiz Sıfır

Yokuş yukarı iken ben, yokuş aşağı inmem gerektiğini söyledin. Ben fazla çevreye maruzdum kanım, duyamadı kulaklarım bakışlarını. Gözlerim, beyaz gömleğinde patlayan kara sakallardaydı halbuki...

Alnının genişliği bilgeliğinin habercisi sanki... Bu akşam sokaktaki tahta masada dost meclisini kurmuş otururken bir rakı eksikti bir de sen... Tanış etmek istedim seni oradakilere... Gece boyu Birhan dedik, İsmet dedik, Didem dedik, Cemal, Edip, Turgut, Cahit, Erdem ve Bejan dedik de ruhumu tellendiren 21. yüzyıl divan şairi hasarlı Esmer demedik bir...

Bu kelamlar aklımda çınladığında rakam olan bir çıktı kendinden sıfır her şeyiyle anlamlaştı...

Ve diyemedikçe bir sigara nefeslendim, her nefesle birlikte en az iki kere yutkundum...

İki aramızdaki sağaltıcı sayı... Ben dünyaya iki zaman önce geldim diye şimdi senden daha çok görmüş ve elemiş mi oluyorum? Rakamlar ne ara önemli oldu eklemlerde yer alan sıvı miktarı söz konusu olmadıkça..

Rakam 20 yuvarlak sigaraydı bugün senin elinin değmesiyle eksilmeyen nihayetinde artan... Elin çekinmesin artık söz konusu benim saçlarım olduğunda, ellerim artık tutulmasın söz konusu omuzların olduğunda...

Masadaki genç adam İnşirah suresini manalarken ben, mine çiçeklerini saksıya ektiğimde kırmızının albenisini, turuncunun eksikliğini, morun dengesini yâd ettiğimi ansıdım...
Ve "dünya boktan, sen tamsın kurduğun cümle eksik." dedim. Bunu tükürürcesine değil de, ağzıma alıp emdiğim bir akide şeker tadında, içime damlayarak fısıldadım... Sonra başımı kaldırıp "sen kimsin, be adam?" demek istedim... Ama sana gecelik bir vakitte ulaşamadım, olsun diyip uçuk mavi olan geceliğimi giydim ve balkona çıkıp beş kat aşağıya ekmek kırıntılarını saldım.

Elini yüzüme sürsen ateşin korluğunu değil, sevmenin ibadetini doğuracak kıvrımlı parmakların... Böylece kazıların soğukluğu ah'ların dallarında sönecek, kuşluk vakti serçelenecek...

Bana belki de Tanrı'nın önüme bir ekmek nimetliğinde sunduğu en somun bilmecesisin...

Kaynayan tencere sıcaklığındaki içim, kalemimin bekçisi olmuşken her demde oynamadı her ben diyene... Nedenli, niçinli sorularla gelme bundan ötürü. Dizlerimin dibine gelirsen sebepsizliğin kabulüyle gel...

Şu saatlerde aç olan karnım kedimin uykulu bakışlarında hissedilirken kireçlenmeye aday parmaklarım, durmadan dikte etmekte gözünün altında kabarmış damarın soluğunu...

Velhasıl o cam indiyse aşağı, dudaklar dediyse bir kere en içten "merhaba", çekip sağa adımları, elleri değdirmeli alındaki çizgilere...

Artık iç sesim dalgalansa da aralanan dolap kapaklarında, dolup boşalan çay bardaklarını demleyesim var, bir pilav buhurdanlığında...

Ve itiraf tedavülden kalktı, fısıl fısıl kaynamakta bebek diller, martı homurtuları çıkarmakta yalnızlık... Nihayetinde her şey temsili değil, fazlasıyla ışıklı!

Karar 3: Acemi olsa da tay tay emeklemeli bu hisler... Ne diyelim bükülmesin boyunlar, sökülmesin eller...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder