18 Haziran 2015 Perşembe

Duvarın Cezbettiği Kadındaki Gül Adam

Gecenin duvarında oturduğumuzda omzunda buldum kendilikli huzurumu... Canımı içi, küçüğüm, miniğim, geç kalmışlığım, erkenliğim, gülcemâlim... Bu gece satırlarım sana oynuyor, kalemimin kara kurşunu bu gece seni aklıyor...

"Turuncu kafam" diyen dimağın aydınlığımın karalığını nasıl da göklüyor, kökleştiriyor, yayan kılıyor yeniden...

Yollarımız kardeşlikte kesişiyor... Sıcaklığımız şefkatte birleşiyor...

Tırnak diplerim yanıyor, saçlarım okşanmamaktan kopuyor, rengim korkaklıktan soluyor... Kokuları kaybetmekten ötürü titriyorum... Zamanın işleyişinden münezzeh iklimlerden canım istifasını veriyor...

Giden günler geri gelmiyor, gelecek olanlara da git gide merakım yitiyor... Bana değen adamları kaynatsam aklanamıyor... Ve sen inatla kadınlığımdan dem vuruyorsun... 

Gülcemâl, kabul edelim bu gecenin kelâmı "bir adam senin sözlerine değmeli, aksi büyük kayıplara sebep olabilir"di...

Sözlerimle nasıl da sırtlanır, nasıl da acılanır, nasıl da nefeslenirsin... Sözlerinle nasıl da öğrenmenin sınırsızlığını, yaşıtsızlığını, maneviliğini lezzetlerim...

Çökmüşken dizlerimin üzerine, ellerim batmışken yağmur sularına, sırtımı değere buladın... Yağmur delicesine yağarken uzun, ince ellerini yüzüme siper edişini; yağmurda ıslanışımı kapı eşiğinde izlerken saçlarımı kurulamak için heyecanını gözlerinden önce omuzlarında gördüm...

Ben o vakit dirildim...
Ben o vakit çığlığı bıraktım...
Ben o vakit şükre sığındım...
Ben o vakit en çok ağladım...

İçimde oluşan kördüğümümü çözmek isterken parmakların kanadı... Beni sağaltmaya çalışan dillerin kokulandı...

Taşıdığın fikirlerin üzerine uzuvlarını yüklendin ve ağırlaştın... Hafifleme! Gonca gülünü zamana kıydırma; mendilini cebinin kırışıklığında sakla da gözyaşlarına kıydırma...

Sakalın kisvesine bürünen gömlekli adam, hoyratlığın biçtiği şu dar vakitli çağda dillerimiz anne sütü şefkatinde...

Her şey çok eksik... Kılı kırk yardım, buldum buluşturdum da tamlamaya çalıştım... Seni buldum 'İsmet Özel'li bir kulaklıkta, buruşuk bir sınav kağıdında... Ve içimi açtım sana, içini açasın diye bana... Eski bir avlu tadında kurdum bağımı, sıcak su kaynarlığında büyüttüm küçüklüğünü...

Derinden yüzeye çıkan a ile z arasındaki buhurdanlıkta kal, hep kal, kalmalı sevgilerle gel!

İddiamız kazılı bir yazgıda yaşamaksa; vurgunumuz kaybımız değil, sevgimiz olsun gülümün cemâli, cemâlimin gül ışığı, canımın ta içi...

Ko getir sırtına yüklediğin tüm anılarını, acılarını; ben, onları öpüp başıma koyar, hayrını da bağrımda taşırım...

Gidip çıkanın, girmesini bilmeyenlerin olduğu kapılarımızın tokmakları biz söz konusu olduğunda hep sorgusuzluğun cevabında çalsın... Bayram şenliğinde tınlasın...

Ve caniçim;
N'olur uyuma, n'olur bu gece uyuma! Oturup bekleyeceğiz, belki de bu gece kalmayız hatıralar altında, verilen armağanların hasarlı pelerinlerinde...

Uyuma!
İnce yürekli, su yüzlü karnımın eşi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder