12 Haziran 2015 Cuma

Kırık Küpün Kırgınlığı

Yazmasaydım tüm bunları unutabilirdim. En çok da seni... Düşünüyorum, kaldırım taşına oturup ayakkabı vurmuş iki parmağımı yaranın bandıyla sağaltırken...

Hâlbuki daha önceden yapıştırmalıydım bantları parmaklarıma. Bile bile lades demektir bunun diğer adı. İlk adı ise istekli can yanması idi.

Armağan olamayış, ellerimden bileklerime vuran bir ağrıyken hasarlı ruhum onarıma gönlünü razı kıydırmamış.

Sular yılların bu vakitlerinde soğuk içilse de ılıklığa ihtiyacım var. Teskin, teselli ruhu hadımlaştırma çalışmasıdır! Ve evet, belediye tarafından yürütülen alt yapı çalışmalarından farksızdır...

Boktan bir sabah, pis bir sıcaklı öğlen ve henüz belirli olmayan akşam... Vakitler, bugün akrep ve yelkovan gözetiminde değil, bir kuşun gagasında. Bir tilki gelse vakitler peynir eriyikliğinde kanacak ve rakamları terk edecek.

Benim gözlerim yaftalı... Yakalarım deterjanlı, parmağım kahve yanığı... Acılardan acı beğen dersem fazla dramatize edilir ve yakılmış karamele de benzemez tadı...

Hakan Abi'yle tanışmalısın bir gün 3K - açılımı: Kahve- Kitap - Kardeşlik - burayı da anlatacağım sana, önce Hakan Abi. Sokakta tahta masada otururken gelir, çöpleri toplar masada otururken gelir, çöpleri toplar ve iki sigara alır bizden.... Hep ikidir; ama üç değil... Çünkü bilirsin ki iki sağaltıcı bir sayıdır. Sigarasını alır "Saol Abicim" der ve sokağın arnavut kaldırımlarında kaybolur. Çizgili gömleği hep aynı eskimişlikte bir köşe başından çıkana kadar iki sigarayı tellendirir.

Hakan Abi, Güzel Banu'yu kaybetmiş bir adam yalnızlığıdır... Onu beklemeyen Banu ev kadınlığının sıradanlığındadır...
Ağrılarına basılmış köşe başları yangında hep en güçlüsü kalmış yerleridir sanki...

İşte şimdi uzun bir ahhhhh zamanı...

Çökük omuzlu adam, elinde fermanını taşıdığı torbayı taşıyamazken: "ah be ağrıların doğurduğu, körlüğün bekçisi... Sen bu hâllere vurulacak adam mıydın?" dedim camın önünde sigara çekerken içime...

Alınan gömlek lacivertindeki ah'lar, senin beyaz gömleğinin kırışıklığına saklanamayacak kadar çok da işte bordo tırnaklarım hep güçlü ve imanlı...

3K'nin sultanı sardunya tadındaki Ayşe, mavilere bürünmüşken bugün sokağın kedisi Nemide doğurmuş. Yavruları bir muallakta ben peşinde müptelalı...
Geceleri bu dükkânda temizlik yapılırken dinlenen Ahmet Kaya, tınlarken kulaklarda, sokak, o vakitlerde en çok bizimdir...

Biz kimiz?

Vurgun yemiş kuduruklarız. Denizin kudurukluğunu, göğün mayasını, çiçeğin tohumunu, masanın sallanan bacağını, okunan sayfaların kitaplığını, saklanan defterleri, soğuk içilebilecek çayı, sade kahveyi soluklandıran kuduruklar...
Aşımız yok, bulaşıcılığımız bakî...

"Ellerimi yüzüklerimle ödüllendiriyorum, gönlümden sonra en çok ellerim çekti." diyen mineli çiçek Ayşe Sultan, aynı zamanda mutfağın da kadınıdır. Ben unuttum o yolları... En son gözleme sıcaklığında olan tezgâhımı terk ettiğimde balkonlara taşınmış ellerim mütemadiyen yazdı ve sigara içti. Ama ellerim hâlâ lezzetli... Kabul etmek istemesem de annemin kadını, babamın kızıyım ne de olsa...

Ben güzeldim adam, zamanında...
Yaşım 27 güzelliğim beklemeli...

Zamanında kaygılarımla taşırken bedenimi kayboluşları yaşadığımda soyundum, endişelerimi... Yaz uzun, sen gelmeli... Buna inanıyor ve düşüncelerimi dindiriyorum yaz ortasından sonuna..

Ağlamak yok, gülmek eh işte... Ben en çok kendime ağlar, sizlere gülerim...

Lakin bugün yemedim yemeğimi. Bolca güldüm en son sardunya Ayşe Hanım isimli otobüs durağında soluklandım. Üstüne üstlük sigarayı da izmaritine kadar içip yarımca bırakmadım.

Erkek kardeşimden gecenin sonunda paparamı yesem de ince sızılı bir baş ağrısıyla evime döndüm.

Durakta adına mani dizdim. Adımı adınla redifledim, uyakları kinayeye kıydırmadım.

Arabeskî denilen bu yazım senin gibi nispet î'siyle sonlandı.

Orhan Baba'yı dinleyecek bağlamayı sonlattım, gitarı Erkin Baba'yla başlattım.
Coşkulardan coşku beğendim.

Ne sokağın sonundaki polis parkını ne de yemek yediğim sokağı düşledim. Sadece bendeki babayı sıraladım içimde, sonra annemin kulaklarını çınlattım...

Ve gecenin tam yarısında tahta masadan kalktım, vurdum  nehirlik kıyılara... Hani gel desem sana...   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder