6 Haziran 2015 Cumartesi

Mor Ortanca Tadındaki Günlerin Kısa Yazılmış Mektubu

Başım tavana dönük, yatarken pencerenin çatlak pervazı gürültüyle köprüleşti... Tanrı'nın plânı olmalı diyerek adımlayınca köprüyü, karşıma mavi bir kelebek çıktı... Benim yaklaşık iki katımdan küçüktü... Uçmadı, karşıladı...

Oy pusulasında kutulara verilecek yanıtlar belliyken senin her günün ayrı bir yorgunluğun faturasında dürüldü... İşte o an siyah poşet torba bir anda çıkan rüzgârla yaralı binanın uçmuş çatısına kondu... Baharla açılan pencerelerden gelen sesler, Anzer Yaylası'ndaki kadın türkülerinin tutkulu dualara dönüşmesi gibiydi... Beni değil, kaldırımları tercih etmiştin o gün... Kırılmadım ellerine, bakışlarından gizledim turunculuğu...

Mor, yazmanın saygılı oyalarından başka bir çiçek açma şekli değildir...

Mor sevendir oysa... Saçlarım kısa olsa da sevilmeyi en çok hisseden Turunculardanım ben de...  

Araya alınan reklam kuşakları bile uzadıkça uzuyor da caddenin kaldırım taşları saymakla bitmiyordu... Göğü değil, ama ellerinin kanını alan beyaz havluyu yırtabilirim... Burnunun ucunda her daim ölüm, doğum beş dakika aşağıda... 

Nasıllığını geç, inanmaklığa gel...

"Senin bileceğin şey" gibilerinden cümleler ne zaman sarf edilse sokak köpekleri kedileriyle dans etmekteydi... Bunlar hep ahkâmın bileklere bıraktığı çizikler... ince ve uzun değil, en vahşi kelimelerden mevcudiyetini bileyenlerden... 

Lady D'arbanville değilim ki sana şarkı söyletebileyim... Lakin şiirler yazılmadı değil adıma... Sessizliğin kıvancıyla taşımasını bildim her bir satırı... Teşekkürü bakışlarımla değil, omuzlarımın ağırlaşmasıyla ödedim...

Faturası hep yüklü olanlardan oldum da sesim hep kısılageldi...

Veda etmesini beceremem pek, gitsem de acır canım kalsam da... En çok beklemeyi beceririm de yufkalığımı gizleyemem... Babaannemin hamur açan elleri çocukluğumun ibadeti olmuşken şimdi kararan ellerin hesabını tıkanan boğazda günahlamaktayım...

İki gün önce Mor bir ortanca almak istedim odana, belki morluğunu hissederdin artık kasıklarına değin...

Neyse bu gece senden bahsetme niyetim olmasa da kelimelerim dolandı birazcık olsa da kıyından... 

Kırgınlığım var bu gece içimde, tanımlanamayan cinsinden hastalığın... İçimde yer alan olumlu yanlarımı virüsleme çabalarında... Safları sağlamlaştırsam da dik duramayan boynum alışmamış olumlamaya... Zorlanmakta haliyle ayaklarım....

Sigara değiştirsem de bu akşamlığına aklım hep eski paketimde kaldı... Aldım yeni paketteki 20'lik yuvarlakları doldurdum eski pakete... Zaman değdirdim böylece her birine... Sonra daha bir derinden nefesledim içebildiklerimi... Henüz yarısına geldim, sabaha biter mi hepsi bilinmez... İzmarite kadar yolları var nasıl olsa... 

Demem o ki "nasıl olursa" olmasın artık; istersek oladursun... Olagelsin... Olayazsın... Olsun bitsin...  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder